kibirya antik kenti

Burdur sarp dağların çevrelediği geniş ve sulak ovalarıyla salt çağdaş Anadolu’nun değil, antik çağların da önemli yerleşim alanlarından biridir. Gerçekten de şu ya da bu biçimde örgütlenmiş ilk yerleşimci topluluklardan, gösterişli sütunlarla bezenmiş geniş meydanlara sahip görkemli kentlere değin farklı süreçlere tanıklık eden Burdur kültür tarihi, Anadolu arkeolojisinde hatırı sayılır bir yere sahiptir. Burdur’a bağlı Gölhisar İlçesi’nin hemen kuzeybatı kenarındaki tepelerde konumlanan Kibyra antik kenti, antik dönemde Likya, Karya, Pisidya ve Frigya kültür bölgelerinin kesişme noktasında; kuzeyi güneye ve doğuyu batıya bağlayan ticaret yollarının tam merkezinde konumlanır. Bugün de Gölhisar, Antalya – Denizli / Burdur – Fethiye karayollarının birleştiği bir kavşaknoktasıdır. Bu konumuyla Kibyra antik kenti, Burdur’a 120 km.; Denizli’ye 105 km.; Antalya’ya 135 km. ve Fethiye’ye 110 km. mesafe uzaklıktadır. Daha önceleri Burdur Müzesi tarafından kısa süreli kurtarma kazıları yapılan Kibyra antik kentinde bilimsel kazı çalışmaları, Kültür Bakanlığı’nın sağladığı ödenek haricinde Gölhisar Kaymakamlığı ve Belediyesi’nin destekleriyle, 2006 yılından bu yana yine Burdur Müzesi başkanlığında Akdeniz Üniversitesi Arkeoloji Bölümü’nden öğretim üyeleri tarafından yürütülmektedir. Adının anlamı henüz kesin olarak bilinemese de Kibyra, Hellence bir ad değildir; tıpkı Anadolu’daki birçok kent adında olduğu üzere, yakın çevresindeki Bubon (İbecik), Balboura (Dirmil) gibi, Kibyra sözcüğü de Hellence bir anlam taşımaz.Ortak kanı, sözcüğün Geç Tunç Çağı’ndan itibaren Batı ve Güneybatı Anadolu’da yaygın olarak kullanılan Eski Anadolu budunlarından Luvi Halklarının konuştuğu dile ait olduğu ve bu bilmediğimiz ilk adlandırmanın Hellen ağzında “Kibyra” formuna dönüştürüldüğüdür. Amasyalı gezgin Strabon’un kayıtlarına göre, Kibyralılar aslen Lidyalı olup buradan göç ederek Kabalis bölgesine gelirler. Ayrıca bu göçmenlerin gelir gelmez yörede etkinlik kurup burada oturan Pisidyalıları ve diğer halkları boyundurukları altına aldıklarını ve çok geçmeden yerleşim alanlarını değiştirerek çevresi 100 stadia’ya ulaşan bir kent kurduklarını bildirmektedir. Aynı kaynakta Kibyra’da Lidce, Solymce, Pisidce ve Hellence olmak üzere dört farklı dilin konuşulduğu da vurgulanmıştır.Strabon’un kentin taşınmasıyla ilgili bu anlatımı, Kibyra’ya yaklaşık 18 km. uzaklıktaki Uylupınar antik yerleşmesindeki arkeolojik bulgularla da desteklenir. Gölhisar’a bağlı Uylupınar Köyü çevresindeki ve Gölhisar Gölü kıyısındaki kayalık tepeliklere yayılmış görünen yerleşim, Erken Demir Çağ’dan başlayıp süreklilik gösteren buluntulara sahiptir. Yani bu yerleşim, Kibyralılar’nın, olasılıkla İ.Ö. 4. - 3. yüzyıllarda, bugün görülebilen kentlerine taşınmadan önce yerleştikleri alandır. Kentin bugün görülebilen tüm mimari kalıntıları Roma Dönemi’ne aittir. İ.S. 23 yılında meydana gelen büyük bir deprem sonucunda yerle bir olan kente; o zamanki Roma İmparatoru Tiberius 5 yıl için vergi affı getirmiş, ayrıca para yardımında da bulunmuştur. Böylelikle kent yeniden inşa edilebilmiş ve Kibyralılar imparatora olan minnettarlıklarını kentlerinin adını “Caesarea Kibyra = İmparatorun Kibyrası” olarak değiştirerek göstermişlerdir.Bugün de Gölhisar ve çevresi I. Derece deprem bölgesidir. İstanbul Teknik ve Eskişehir Osman Gazi Üniversitelerinden iki farklı uzman jeolog grubu, kazı ekibi bünyesinde, deprem fay hatları üzerine araştırmalar yapmaktadırlar. Kibyra ana kenti birbirinden derin yarlarla ayrılan hakim üç tepelik üzerinde oturmaktadır. Konglamera olarak adlandırılan bir yapıda, küçük kum taşlarının zamanla kaynaşarak oluşturduğu bu tepelik alan üzerinde kamu, sivil ve dini yapıların belli bir bütünlük oluşturacak biçimde, simetrik düzenlendiği görülür. Yapılar, tepelik teraslanarak göl ve ova manzarasına hakim konumda ve hiçbir yapı bir diğerinin manzarasını kesmeyecek biçimde yerleştirilmişlerdir. Kentin çok ve çeşitli mimari tipleri barındıran Nekropolü (Mezarlık) üç yandan kamu yapılarının yoğun olarak görüldüğü ana tepeliği çevreler. Bu yapılar doğuda Stadion’dan batı uçtaki Tiyatro ve Meclis Binası’nın oturduğu sırt arasında yoğunlaşmıştır. Aynı aks üzerinde, ana cadde, ikincil yollar, yine idari ve yargı binası işlevli bazilika, tapınaklar, sosyal ve ticari çarşı – pazar yeri (Aşağı ve Yukarı Agoralar) yanı sıra; kentin ekonomik yaşamının canlılığını belgeleyen küçük işletmelerin bulunduğu görülür . Antik kaynaklar ve yazıtlardan okunan bilgilere göre; Kibyra özellikle demir işlikleri, dericilik ve at yetiştiriciliğinde ünlüdür. Buna çömlekçilik de eklenmelidir; çünkü Tiyatro tepesinin güney yamaçlarında hemen göze çarpan akıntı seramik parçalarının türü, yapısı ve yoğunluğu buna işaret etmektedir. Bu alanın yüzeyinden toplanan 20 adet mühürlü parçayla, çok sayıda nitelikli unguentarium, terra sigillata, amphora ve tabak, küçük testi gibi Roma Dönemi günlük kullanım kap parçaları değerlendirilmeye alınmıştır. Yine aynı alanda kayda değer sayıda bitkisel bezemeli ve figürlü “Kalıp Yapımı Kâseler” parçalarıyla seramik kalıbı parçaları bulunmuştur. Üretim hatası içeren parçaların çokluğu da Kibyra’nın, en geç Hellenistik Dönem içlerinden başlayarak seramik ürettiği ve atölyelerinin, tıpkı Sagalassos’ta olduğu gibi, tiyatronun arkasındaki tepede konumlandığını göstermiştir. Ele geçen malzemenin niceliği ve niteliği, seramik üretiminin kent endüstrisinde önemli bir yeri olduğunu belgelemektedir. Kentin su ihtiyacının karşılanmasına ilişkin döşemler, taş künkler Tiyatro tepesinin batısında, Böğrüdelik Yaylası’na çıkan stabilize yolun her iki kenarında görülebilir. Bu alanda yapılan gözlemlerde kente su sağlayan ve birbirine paralel uzanan iki suyolunun varlığı tespit edilmiştir. Antik dönemde Kibyra’nın su ihtiyacını gideren aynı doğal kaynaklar, bugün Gölhisar İlçesi’nin içme suyunu karşılamaktadırlar. Kentin tarım faaliyetlerine yönelik yapılan gözlemlerde, Tiyatro tepesinin kuzeyi ve batısındaki dağ eteklerine kadar parçalar halinde uzanan küçük düzlüklerde antik teraslama ve çiftlik yerleşimlerine ait mimari döşemler tespit edilmiştir. Kent Nekropolü’nde yapılan yüzey araştırmalarında, kentin mezar geleneğine ilişkin farklı mimari formlar tespit edilmiştir. Bunlar yaygın olarak; lahit mezarlar (basamaklı podyumlu veya “U” formlu olarak ayrılırlar), yer altı oda mezarları ve anıt mezarlardır. Anıt Mezarlardan hemen kente girişte görüleni, iyi korunmuşluğuyla dikkat çeker. İkinci görkemli bir anıt mezarın yıkıntıları arasında kabartmalarla süslü tavan kasetleri, mezar sahibinin zenginliği yanında döneminin estetik anlayışını da yansıtır. Lahitler ise oldukça fazla sayıdadırlar (yüzeyde toplam 360 lahit kapağı sayılmıştır). Tamamı yerel kireç taşından üretilen lahit mezarlar, genellikle üçgen alınlıklı basık bir kapağa sahiptirler ve alınlıkta çoğunlukla kentin yerel motiflerinden diyebileceğimiz bir kalkan betisi kabartma olarak işlenmiştir. Birkaç alınlık üzerinde ise çiçek rozet ve Medusa başı betimlenmiştir. Kapaklara oranla, tespit edilebilen lahit teknelerinin sayısı oldukça düşüktür ve maalesef sağlam durumda çok az lahit teknesi mevcuttur. Lahit tipi mezarların birkaçı, literatürde Aphrodisias – Karia tipi olarak bilinen gelenekte, girlandlı veya yivli tekneye sahiptirler. Fakat yerel kireçtaşından üretilmeleri sebebiyle bunların ithal değil, yerli üretimler olduğu sonucuna varılmıştır. Kentte oldukça fazla sayıda yeraltı oda mezarı tespit edilmiştir. Konglomera ana kayaya işlenmiş bu yeraltı oda mezarların büyük bir kısmı çok odalıdırlar. Form olarak, girişi sağlayan bir dromos ve ortada hareket alanı etrafında odalar açılmıştır. Odalar içerisinde genellikle üç kenarda, ölü yatırmak için sekiler işlenmiştir. Birkaç yeraltı oda mezarın içerisine lahitler yerleştirildiği tespit edilmiştir. Yeraltı oda mezarların birçoğunun kaçak kazılar sonucu tahrip edilmişliği ise üzüntü vericidir. Çeşitli ve çok sayıda mezar tipleriyle arkeolojik malzeme zenginliği sunan Kibyra nekropollerinin, kentin sosyol sınıflanması, ölü gömme gelenekleri, dini inançları gibi konularda, yapılacak sistemli kazılar sonucunda daha fazla bilgi vereceği şüphesizdir. Kibyra, II. Eumenes (İ.Ö. 197-159) zamanında Bergama Krallığı egemenliğinde görünmektedir. Hemen sonrasında Kibyra ve yakın çevresinde konumlanmış antik kentlerden Bubon, Balboura ve Oinoanda’dan teşekkül dörtlü ortak meclisin (Kabalis Tetrapolisi / Kabalis Bölgesi Dört Kent Birliği) M. Ö. 2. - 1. yüzyıllarda, yörenin politik tarihinde önemli bir yere sahip olduğu bilinmektedir. Dörtlü Meclis, kentlerin temsilciler aracılığıyla katıldıkları oylama esasına göre düzenlenmiş bir karar alma mekanizması görünümündedir. Bu birlikte sadece Kibyra iki oy hakkına sahipken, diğer üç kent birer oy hakkına sahiptir. Strabon’a göre Kibyra, bu birliğin ordusuna 30 bin piyade ve 2 bin atlı süvari çıkarabildiği için iki oy hakkına sahiptir. Tarihsel kayıtlar söz konusu birliğin İ.Ö. 82 yılında Romalı general Murena tarafından dağıtılarak ortadan kaldırıldığını gösteriyor. Nitekim bu tarihten sonra Kibyra, Asia Eyaletine ve diğer kentler Likya Birliği’ne dahil edilmiştir. Roma Dönemi’nde ise, Asia Eyaleti valisinin yargı merkezi olmuştur. Başkentliğini Kibyra’nın üstlendiği tetrapolis’in toplantı merkezinin ve belki de Romaİmparatorluk Dönemi kent meclisi ve yargı binasının yine bu kentte, yöre sakinlerince “yedi delik” olarak anılan “Bouleuterion / Meclis Binası” olduğu düşünülmektedir. Nitekim bugün büyük oranda sağlam durumdaki yapı ve çevresini kapsayan sistematik çalışmalarla konunun bilimsel tartışmalara açılması öngörülmektedir. Meclis Binası’nın hemen kuzey kenarında, büyük oranda sağlam durumdaki Tiyatro; tüm manzaraya hakim konumda, ana tepenin doğu yamacına yerleştirilmiştir. Yarı dairesel planlı üç katlı oturma sırası, beş kapılı sahne binası ve yaklaşık sekiz bin kişilik izleyici kapasitesiyle, Anadolu’daki orta büyüklükte birçok antik tiyatroyla özdeştir. Oturma yerlerine, bugün güneydekinin süslü kapısı tamamen sağlam durumda görülebilen, yanlardaki iki tonozlu geçitle ulaşılır. Oturma sıralarını yatay bölen yürüme yolunun (diazoma) parapet bloklarında, kentin ileri gelen kişi ve ailelerinin isimleri, kent için yaptıkları hayır işleri Hellence olarak kazınmıştır. İzlerden anlaşıldığı gibi, seyircilerin oturduğu kısımlar, güneşe ve yağmura karşı korunmak için ahşap direklerin taşıdığı bir örtüyle kapatılmıştı. Yukarısında, oturma sıralarının hemen bitiminde, daha sonradan kiliseye çevrilmiş bir tapınak kalıntısı görülebilmektedir. En tepesinden sahne binası ve orkestraya bakıldığında, oturma sıralarının tepe yamacına insanın başını döndürecek diklikte yerleştirildiği anlaşılır. Tiyatro yamacının doğusundan Stadion’a giden ana yol üzerinde aşağı ve yukarı olmak üzere ikiye ayrılan agora (pazar yeri), bugün bile görülebilinen doğusundaki anıtsal kapısı ve stoasıyla görkemli bir alan oluşturmaktadır. Bu yapının yine batı girişinde demircilikle ünlü Kibyra’nın demircilerine ithaf edilen bir yazıt karşılar geçmişdeki ticari canlılığı göstermek istercesine. Ancak tiyatro, meclis binası ve stadionda görülmeyen geç dönem tahribatının burada en yoğunuyla yaşandığı, aşağı ve yukarı agora içindeki tüm yapılar temel taşlarına kadar sökülüp son Kibyralılar’ın özellikle Yukarı Agora’da alelacele oluşturdukları savunma duvarında kullanılmışlığıyla tanıttır tarihine. Kente girişte ilk anıtsal yapı olan Stadion, 2006 yılından bu yana çalışılan tekil kazı alanıdır. Kentin batı yamacında, ana caddenin ucunda yer alan anıtsal giriş kapısından sonra, ikinci bir anıtsal kapı ile girilen, tek sphendoneli “U” formludur. Yaklaşık 12 -13 bin kişilik kapasitesi yanında 200 m.’ye varan pist uzunluğuyla Anadolu’nun en görkemli stadionları arasında sayılmaktadır.Kente gelenleri karşılayan ilk ve en gösterişli yapı olan stadion, mimarisiyle diğer stadion yapılarından ayrılırken, kentin anıtsallığına yaraşır özgün bir planlama içindedir. Daha önce de değinildiği gibi Stadion’a yüksekliği 7m. , uzunluğu 30 m. ye varan anıtsal bir kapı ile girilir. Yapının batı tarafı, yamacın yüksek olan ana kayasına yaslandığı için 21 oturma basamağı yerleştirilmiştir. Bunun tersine doğuda düşen kod, bir istinat duvarı ile güçlendirilmişse de ancak 7 oturma basamağı konulabilmiştir. Böylece mimari olarak hem batı sıralarda oturan seyircilerin muhteşem ova ve göl manzarasını kapatılmamış, hem de tepenin doğudaki doğal eğimini zekice kullanmıştır. Batı oturma sıralarının tam ortasında, diğer birçok Stadionda görülmeyen bir protokol alanı ayrılmış ve hemen karşısına açılan kapı ile sporcuların sırayla sahaya girip protokoldekileri selamlamaları sağlanmıştır. Stadionun diğer bir kapısı, güneydeki sphendonenin tam ortasındaki tonozlu kapıdır. Böylece kuzey güney doğrultusunda uzanan Stadion’un her iki ucundan kalabalık seyirci topuluğunun kolayca girip çıkmaları sağlanmıştır. Stadion batı oturma sıralarının altında ele gecen künklere bağlanmış büyük pithoslarla oluşturulan kanalizasyon sistemi yukardan gelen suyun stadion zeminine gelmeden tahliye edilmesini sağlamasıyla da mimari zenginliğini arttıran önemli bir ayrıntıdır. Batı oturma sıralarının üzerinde yer alan ve tüm batı cephe boyunca izlenen portiko(üstü örtülü açık dehliz), stadiona anıtsal bir cephe kazandırmıştır. Bu yapı stadiona kuzeyden girişi sağlayan anıtsal giriş kapısına benzerliğiyle, göz yormayan ve mimari olarak bütüncül bir yapılanma ortaya koyar. Her 4 m. aralıkta bir yerleştirilmiş, birbirlerine kemerle bağlanan ayakların üzerine yükseltilmiş Portikonun toplam yüksekliği yaklaşık 6 m.’dir ve tüm stadion batı oturma sıraları boyunca görülmektedir. Portikonun üst blokları üzerinde yer alan uzunca ithaf yazıtı, M.S. 2. yüzyılın sonları ve 3. yüzyılın başları arasında tarihlendirilmiş olup, önemli bir arkeolojik buluntu olmasının yanısıra yapının ihtişamını bir kez daha vurgular. Portiko alanının ardında baştan sona devam eden ve daha geç bir dönemde yapıldığı düşünülen teras duvarı ise yapıyı batıda sınırlandıran son mimari alandır. Anadolu’nun bu görkem ve sağlamlıkta ayakta kalabilmiş sayılı birkaçından biri olan Kibyra Stadion’unda yapılacak kısmi restorasyon çalışmaları sonucunda umulan; yalnız soğuk taşların değil, modern Kibyralılar’ın neşe dolu alkışlarının yeniden canlandığına tanık olabilmektir. Tabii ki öncelikle, günlük politikalardan ve kişisel kazanç hırslarından uzak ileri görüşlülükle; antik dönem mirasını bugünkü doğal çevresi; çam ve ardıç ormanları, su kaynakları, yaylarıyla koruyarak…

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Pınar Gözü Mağarası

Isparta Yenişarbademli melikler yaylası